27 Nisan 2017 Perşembe

Mahmut_the_fly


Günün ilk ışıklarıyla uyandım. Hava bugün o kadar güzel ki denize kadar uçup deniz havası almak istiyorum. Bizim çocuk daha uyanmamış, gidip uyandırayım onu da. En sevdiğim, en eğlendiğim işlerden birisi. Uyuyan birinin yüzüne konup tam eliyle vuracakken kaçmak. Bu iş için oldukça çevik olmalısınız. Yoksa ya sakatlanırsınız ya da maazallah ölürsünüz. Ben doğduktan 2-3 gün sonra yapmaya başladım. Burada doğdum. Yaklaşık 1 hafta oldu. 1-2 hafta sonra da bu diyarlardan göçüp gideceğim. Dünyadaki en şanslı sineklerden birisiyim herhalde. Çünkü beni seven bir sahibim var. İçgüdüsel olarak dünyaya geldikten sonra insanlardan kaçarken B. bu evden çıkmama izin vermedi. 2-3 gün boyunca pencereleri, kapıları kapalı tuttu ve benimle konuşmaya, yemek vermeye başladı. Ben de iyi niyetli biri olduğunu hissettim ve aramız şu anda çok iyi. Bana Mahmut diyip duruyor. Bu ismi sevdim ben de.

Ve evet oyun başladı sayın seyirciler. İnsanlar en çok burunlarından ve kulaklarından huylanıyorlar. Öncelikle buruna güzel bir iniş yapalım. İlk vuruş sağ elden geliyor ve ıska. Hadi ama B. daha iyisini yapabilirsin. İlk vuruştan sonra sola dönüyor, yine döndü işte. Böylece sağ kulak açıkta kaldı. Sağ kulağın tam içine doğru girip hızlıca çıkmalısınız. Çünkü ilkine göre daha uyanık ve savuşturma daha hızlı gelecektir. Mahmut çok gülüyordu. Bu oyundan aldığı zevki hiçbir şeyden almıyordu. Keşke B. hep uyusa. B. “ Oğlum Mahmut, bir gün öldürteceksin kendini, dikkat et bak, istemsizce elimi sallıyorum. Gel hadi omzuma, içeri gidip kahvaltı edelim. ”

B.’nin eliyle omzuna dokunması demek, buraya kon demekti. Mahmut, bunları öğrenmişti artık. Ona günaydın der gibi çevresinde bir tur dönüp omzuna kondu.

B. mutfakta güzel bir kahvaltı hazırlayıp salona götürdü. Beraber kahvaltılarını yaptılar. Kahvaltı tabağına konmasına kızmıyordu. Kahvaltıdan sonra B. kendine bir bardak daha çay koyup televizyonu açtı. Mahmut denize gitmek için sabırsızlanıyordu. Kokusunu alabiliyor, nerede olduğunu hissedebiliyor, antenleri kaşınıyor, bir an önce gitmek istiyordu. Dışarı çıkmak istediğini anlatmak için sürekli camın etrafında uçup, ara sıra da kendini acındırmak için cama çarpmaya başladı.

B. daha önceden de çok sinek baktığı için bu günün geleceğini biliyordu. Bu, kritik bir gündü. Eğer şimdiye kadar iyi bir bağ kurabildiyse, ya bu gece ya da birkaç gün içerisinde geri dönecekti Mahmut. Kuramadıysa bu onu son görüşüydü. Onu son bir kez avucunun içine alıp, işaret parmağıyla yavaşça başını okşadı ve camı açtı.

Mahmut giderken B.’nin üzgün yüzünü gördü ve ona olan sevgisi daha da arttı. B. kendine güveniyordu, geri geleceğini düşünüyordu, araları iyiydi. Şimdiye kadar baktıkları sinekler arasında en iyi Mahmut’la anlaşmıştı. Mahmut’un da dönmemek gibi bir planı yoktu zaten. Birkaç gün dolaşıp geri dönecekti. Son günlerini burada geçirmek istiyordu. Tabiki başına bir iş gelmezse.

Mahmut sallana sallana, sağa sola kona kona ikindine yakın Beşiktaş’a vardı ve sonunda denizi gördü. O anı hiç unutmayacaktı, büyüleyiciydi. Dükkanlar, insanlar, kocaman vapurlar, güzel yemek kokuları, çevredeki türlü türlü sinekler, büyük martılar… Fazla gözü olduğu için hepsine ayrı ayrı bakabiliyordu. Tek sıkıntı, hepsini ilk defa gördüğü için kafasında bir yere oturtması zor oluyordu. Resmen baş döndürücüydü; ama bir o kadar da güzeldi.

Mahmut, ertesi sabah sahilde çok fazla arkadaş edindi. Hepsiyle saatlerce oynadı; yalnız içlerinden biri vardı ki tanışmaya can atıyordu. Çok güzeldi, onunla bir gelecek düşünüyordu, ciddiydi. Aklına B.’yi özlediği geldi bir anda, buruklaştı. Kaybedilecek zaman yok, geri dönmeliyim diyerek gidip onunla tanıştı. Beraber saatlerce uçtular, hızlı bir birliktelik yaşamışlar, yakında çocuk bekliyorlardı. Akşama doğru onu B. ile tanışmaya, ondan korkmaması gerektiğine ikna etti ve beraber Mecidiyeköy’e doğru uçmaya başladılar.

Aradan 2 gün geçmesine rağmen B. umudunu kaybetmemişti ve Mahmut’un geleceğine inanıyordu. 2 gündür, gelirse diye pencereleri gece-gündüz hep açık tutuyordu. Akşama doğru salondaki kanepede esen rüzgarla iyice mayışmış ve uyuyakalmıştı. Mahmut eve girdiğinde onu uyuklar gördü ve mutluluktan havaya uçtu. İki sinek beraber dikkatlice Mahmut’un burnuna ve kulaklarına dostça saldırmaya başladılar. Hiç elini bile savurmadan mutluluktan uyanan B. “Mahmuut, hoş geldin. Çok özledim seni.” diye avcunu uzattı. Eşine korkmaması gerektiğini söyleyip beraber B.’nin avucuna uçtular.

Mahmut’un yanında bir sinek daha gören B. işi anlamış ve çok gülmüştü. “Ulan Mahmut, ne adamsın. İyi bakalım, nolacak sofraya bir tabak daha koyarız.” Hala gülüyordu, ilk defa baktığı bir sinek aile kuracaktı. Çoktan çocukları olacağını tahmin etti.

Bu arada B. eve yavru bir kedi almıştı. Kedilerin sineklerle oymamayı çok sevdiğini biliyor; ama yavru bir kedinin iki yetişkin sinekle başa çıkamayacağını bildiğinden Mahmut ve eşinin güvenliğinden korkmuyordu. “Y. bak sana iki tane arkadaş geldi, gece gündüz sıkılmadan oynayabilirsin onlarla.”

Y. iki sineği görür görmez üstlerine atlamıştı. Mahmut ve eşi için de bu oyun çok eğlenceliydi. Kedilerin yorulana kadar atlayıp zıplayıp sonunda yorgunluktan uyuyakalmaları onlara çok komik geliyordu. Öyle de oldu. İki saat oradan oraya zıplayan Y. sonunda onları yakalayamayacağını anlayıp kendini kanepeye attı ve uyuyakaldı. B. de üçünü iki saat boyunca güle güle izledi. Sonunda Y.’nin bayılmış gibi kendini bırakıp uyuyakalmasına ise kahkaha attı.

Mahmut’un eşi eve göz atmak için içeri uçmuştu. Sanki fırsattan istifade eder gibi gelip B.’nin avucuna kondu ve keyifli keyifli elleriyle kafasını okşadı. Bu, mutlu olduğu anlamına geliyordu. Mahmut’u o halde gören B. onun mutlu olduğunu anlamıştı. Sonradan çevresinde keyifli keyifli tur atmaya başlayan Mahmut yorulmuş, gelip avcunun içine ölmüş gibi yatmıştı. O an Mahmut’u o şekilde gören B. onun yakında ömrümü tamamlayacağını hatırladı ve içi sızladı. Yıllardır ilk defa bir sinekle bu kadar yakındı, ilk defa bir sineğin bu kadar akıllı olduğuna şahit oluyordu. Keşke daha uzun yaşayabilse diye içinden geçirirken bir anda yakında çocukları olacağı aklına geldi ve biraz da olsa mutlu oldu. 

Akşam instagramda gezerken B. tilkilerin, sincapların, rakunların ve daha bir çok evcil olmayan hayvanların hikayesi paylaşılırken neden Mahmut’un da hikayesini tüm dünyaya duyurmayım diye düşündü. Zaten ilk günden beri her anlarını fotoğraflıyordu. “Mahmut_the_fly” diye bir hesap açtı. Başta iki kişiyle başlayan bu dostluk sonradan çocuklarla beraber 10 kişi olmuştu. Altına İngilizce açıklamalarla Mahmut’un ve ailesinin fotoğraflarını, avucunda-omzunda çekindikleri selfileri, Y.’nin onlarla oynarkenki fotoğraflarını, beraber yaptıkları kahvaltıları ve daha bir sürü fotoğrafı Mahmut’un instagram hesabına koydu. Bu inanılmaz dostluk bilim dünyasında şok etkisi yarattı, bir ton soru işareti bıraktı. Sevginin gücü günlerce konuşuldu. Dünyada evrensel bir şekilde sevilmeyen sineklere haksızlık yapıldığı anlaşıldı, dünyanın her yerinden destek mesajları geliyordu. Protestolar yapıldı, televizyonlarda sinek belgeselleri gösterilmeye başlandı. Mahmut’tan sonra dünyanın her tarafından yeni sinekle dostluk fotoğrafları, haberleri gelmeye başladı. Mahmut bütün dünyaya ilham olmuş, bir anda belki de binlerce yıldır sevilmeyen sineklere başka bir gözden bakılmasına sebep olmuştu. İncelemek için insanlar gelmek istediler. B. reddetti. İnsanlar Mahmut’un hikayesini paylaşıyor, her yerde birbirlerine anlatıyorlardı. Bir sinek ve bir insanın dostluğu. Evcilleşen sinek. Bu başlıklarla tüm dünyada haberler çıkmıştı. Bütün bu olaylara B. inanamıyor ve her gördüğünde gözleri doluyordu. Çünkü Mahmut ve eşi çoktan ölmüştü. B. buruk olsa da Mahmut’un hikayesini yaşattığı ve herkes bildiği için biraz da olsa içi rahattı. Bu hikayeden sonra ona da sineklere fısıldayan adam demeye başladılar.


Bütün bunlar olurken evde her şey yolundaydı. Sinekler ve Y. beraber oynuyorlardı. B. ilk defa baktığı bir sineğin çocuklarına bakmanın tam adlandıramadığı garip bir duygusu içerisinde kanepede oturmuş televizyon izliyordu. Uyuyakaldı. 8 sinek saatlerdir bu anı bekledikleri için keyiflice çok sevdikleri sahiplerinin yüzüne doğru konmaya başladılar…

17 Nisan 2017 Pazartesi

16 Nisan Pazar / Deli Mutfağı

Annem bugün salça kavanozunu verip açmamı istedi. İlk başta açamayınca da iyice bir güldü. Babamla onu konuştuk daha yeni, kadınlar neden erkeklerin kavanoz açamamasından bu kadar eğleniyor; illaki açmamız mı gerekiyor? Daha sonra havlu yardımıyla açtık ama annem güleceğini güldü zaten.

Osman’ın doğum günü hediyesi : Deli Şapkacı Shaco ve Zonta Gragas kostümleri. Teşekkürler Osman. Uzun bir süredir bu kostümleri bekliyordum.

Nargile denilince aklıma Ümit abi geliyor hep. Geçenlerde beraber yeni keşfettiği Sadıkpaşa Konağı’na gittik. Kadıköy’de hem mekan hem de nargile olarak yeni favorim. Yaban mersinini denemelisiniz.

Hep karanlığın bir köşesinden sızan küçük bir aydınlığı umut olarak niteleriz. Olaya diğer taraftan baksak, aydınlığın küçük bir köşesindeki belirsiz bir karanlık. Korku.

Faydalı İngilizce kalıplarda bugün : None of your business = sanane. Facebook, Sarcasm sayfasında güzel İngilizce caps’ler paylaşılıyor. Güldüğümüz şeylerin, yaptığımız esprilerin ne kadar evrensel olduğuna hem şaşırır hem de eğlenerek İngilizcenizi geliştirebilirsiniz.

Iphone notlardan : Esra Gizem’in yeğenleri Elif ve Ceren’le yazın uçurtma yapılacak.

40 yama kültürümüzü araştırıp yapabilirsiniz. Herkesin kolaylıkla yapabileceği bir şey çok da eğlenceli.

Şimdi annem ve babamla hazır beraberken hikaye yazma oyunu oynayacağız. Bakalım nasıl bir şey çıkacak. Herkes bir cümle söylüyor ve hikaye üç kişinin hayal gücüyle kimsenin hayal bile edemeyeceği bir yere gidiyor. Bana çok keyifli geliyor. Annem, ben ve babam sırasıyla gidiyoruz. Yılların edebiyatçısı anneme ilk sırayı verdik. 

“ Gece karanlık, yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyor. Pencerenin kenarına geçmiş sigaramı içiyorum. Bu yılın geçmiş yıllara göre daha bereketli geçeceğini düşünüyorum. Çiftçinin karnını yararsan kırk tane ya nasip çıkarmış, bizimki de o hesap. Sigaramdan son nefesi dertli dertli çekip dışarı attım ve bulaşık suyunu koymak için soğuk mutfağıma gidiyorum. Bulaşığı yıkadıktan sonra elime çıramı alarak ağıldaki yavrulayacak keçi ve koyunlara bakmaya gittim. Yaş kemale erdi, bu işler de zoruma gitmeye başladı. Eve dönerken uzaklardan gelen bir arabanın farlarını gördüm. Arkasından koşan köpeklerin havlamaların da gelenin yabancı olduğunu anladım. Gündüz olsaydı işimiz kolaydı.  İçimden bir ses, gelen kişinin yıllar önce yattığım hapishaneyle alakalı olduğunu söylüyordu. Gelen misafirlere ne yedirip ne içireceğimi düşünmeye başladım. İçimin ürpermesine rağmen şu anki tek derdimin yiyecek içecek olmasına da hayret ettim doğrusu. Bugün çok yorulduğu için erken yatan Hatice’yi uyandırdım. Gelen konukları nasıl ağırlayacağımızı konuştuk. Ne de çabuk karar vermiştik, sanki bize geliyorlardı.
---
Bu son cümleyi yazıp yarım saat konuyu nasıl bağlayacağımı düşündüm.
---
Misafirlerin bize gelmediğini anlayınca yatmadan önce Hatice’yle ağıla gidip Alakeçi’nin ikiz yavruladığını gördük.
---
Köy hayatıyla ilgili yazdığım ilk tecrübem ve gerçekten zorlanıyorum. Filtre kahvemi doldurduktan sonra yarınki Paris konferansını düşünmeye başladım.
---
Sabah torunum Ömer ikiz yavruları çok sevdi. O anda karar verdim, ikizlerden birini ona vereceğim. Ömer’lerin oynadığı sakız ağacının altına gidip öğle sıcağında biraz soluklanacağım.

- Ömer, bana kuyudan soğuk bir su getir… “

Hikayeyi, annem köy hayatını ve konuyu sevmediği için bitirmek zorunda kaldık.  Burada sıkıcı, sıradan ve karmaşık bir hikaye gibi dursa da arka planında biz çok eğlendik ve çok güldük.


5 Nisan 2017 Çarşamba

Merhaba

Yıllar birbiri ardına hızla eklenirken üniversite zamanlarının nasıl geçtiğini, ne ara mezun olduğumuzu bile anlamayacağız büyük ihtimalle. Günümüzün çoğunu geçirdiğimiz İşletme Fakültesi, üniversitelerin genelde en sevilen, kantinine diğer bölümlerden en fazla insanın geldiği fakültelerden biridir. Dışardan her ne kadar havalı ve ilgi çekici dursa da içerde işler o kadar da kolay değildir. Rekabet her zaman vardır. Hepsi birbirinden yetenekli insanların, özellikle kızlarımızın güzelliği ve iyi tarzlarıyla oluşturduğu arkadaş gruplarının arasından geçerken kendini podyumda zannedersin ve bu grupların arasına karışmak da zordur. Mühendislik açısından ise çok zor olmadığı için en çok eğlenen fakülte de burasıdır. Partisiz bir işletme fakültesi düşünülemez.

İşletme Fakültesi, İTÜ gibi teknik bir üniversitede en sosyal, en sözel fakültelerden biridir. İletişim, işletme ve endüstri mühendislikleri için olmazsa olmaz kavramlardandır. İletişim yollarımız ise son on yıldır hızla değişmekte. Bizim jenerasyon çoğu konuda şanslı olduğu kadar bazı konularda da çok şanssız. Örneğin, sosyal medya ve teknolojiyle ilk defa biz bu kadar karşı karşıya kaldık ve gerçekten nasıl davranmamız gerektiğini bilmiyoruz, düşe kalka öğreneceğiz büyük ihtimalle ve ilerde ona göre çocuklarımızı yönlendireceğiz.


‘’ We do not have wifi. Talk to each other. Pretend it’s 1995. ‘’ yazısını çok beğendim. ( İnternetimiz yok. Birbirinizle konuşun. 1995'teymiş gibi yapın. ) Keşke Türkiye’de de bunun örneklerini görebilsek. Buna çok ihtiyacımız var. Sosyal medya,wifi, 4g, şarj… Bizim için vazgeçilmezler listesine çoktan girdiler. Yeri geliyor, sırf instagrama güzel bir fotoğraf koyabilmek için bir yerlere gidiyoruz, bir etkinlik yapıyoruz. Akşam tatlı bulduğumuz bir köpekle güzel bir snap yakalayabilmek için yarım saat köpeği şekilden şekle sokarak maskara ediyoruz. Facebooktaki profil fotoğraflarımıza gösterdiğimiz özeni belki de yaşadığımız evde, odalarımıza göstermiyoruz. Dışarıda arkadaşlık, sevgi anlamında tatmin olamadığımız her ne kadar duygu varsa aldığımız like’larla bastırıyoruz ve mutlu oluyoruz. ‘mış gibi yaşıyoruz. Normal yollarla elde edemediğimiz duyguları aynı vücut geliştiricilerin supplement kullanması gibi dışardan ‘’ ek gıda ‘’ olarak alıyoruz.
---
Hazırlıktan sonra 3 sene okula ara verdim ve bir network şirketinde çalıştım. O 3 sene gecemi gündüzümü işime verdim ve hem yaşıma hem de Türkiye standartlarına göre iyi para kazandım. Geçen sene bazı nedenlerden dolayı işimi bıraktım ve okula geri döndüm. Çalıştığım dönemde biz de sosyal medyaya çok fazla önem veriyor ve ekiplerimize tek tek sosyal medya nasıl daha efektif kullanılır’ın eğitimini veriyorduk. Tabiki ben de bu arada çoktan girdaba kapılmış, sürükleniyordum. Az önce örneklerini verdiğim gibi artık bazı şeyleri sırf sosyal medya hesaplarıma fotoğraf atabilmek için yapıyordum. Sosyal medya için mi çok eğleniyordum; yoksa eğlenceli bir hayatım olduğu için mi hesaplarım gayet doluydu ve bol “like” alıyordum, ben bile karıştırır olmuştum. İyi para kazandım cümlesini kurmamın sebebi ise ben dahil hepimiz iş hayatına atılmak, para kazanmak ve hayatlarımızı kurmak için heyecanlıyız; ama kısa da olsa o dönemleri yaşayıp okula geri dönmüş biri olarak iletişim, insan ilişkileri, dostluk gibi değerleri bu hızlı hayatımızda gözden kaçırmamamız gerektiğini anlatmak istemem.  

Bir haftalık ara tatilde her türlü yazarım diye düşündüğüm bu yazıyı klasik öğrenci işi, teslimin son günü yazıyorum ve bugün benim doğum günüm. 24 yaşındayım artık. Normal dönemimden 3 yaş büyüğüm, kardeşim de 96’lı olduğu için çoğunuzu hem arkadaşım hem kardeşim olarak görüyorum. 19 yaşında para kazanmaya başlayınca paranın büyüsüne, biraz da çocukluğumdan dolayı, kapılıp hep daha çok çalıştım ve eski arkadaşlarımın çoğuyla iletişimim kesildi. Doğal olarak bazı dostluklarımı kaybettim. Şimdi dönüp bakıyorum da o yaşta ne güzel bir tecrübe edinmişim. Para yerine dost biriktirme felsefesinin çok daha önemli olduğunu gördüm ve şimdi gece gündüz uğruna zaman harcayacağım tek şey dostluklarım olur herhalde.

Her Şey Seninle Başlar kitabının yazarı Ahmet Şerif İzgören’in çok güzel bir iletişim sınavı var. 6 ay üzerine düşündüğü final sorularını öğrencilerin cevaplaması ise sadece 5 dakika sürecektir normalde. Bunlardan 50 puanlık iletişim sorusu ise şu: “ 5 yıldır bu okulda öğrencisiniz, 5 yıldır sınıflarınızı temizleyen, benim her sabah kapıda gördüğüm, müstahdem bir hanım var,sadece adını yazın. ‘’ Ahmet Şerif hoca sınıftan dışarı çıkar ve içeriyi dinler. Herkes birbirine sormasına rağmen kimse cevabı bilmez… Hikayenin uzun versiyonunu internette çok rahat bulabilirsiniz ve kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim.

Mezun olup gidecekken hala okuldan içeri girerken Fatma ablaya kart göstermek zorunda kalmamalıyız. “ Günaydın Fatma abla, nasılsın?” diye kartımızı hiç göstermeye gerek kalmadan girebiliriz. Dünya tatlısı çaycı Şenol abimize gidip “ Bir çay alabilir miyim?” demek çok resmi kalıyor. Onunla tanışan herkes muhabbet etmeyi ne kadar sevdiğini bilir. Keşke bir gün, kütüphanede çalışan ablaların ismini ben de bilmiyorum, hep beraber kütüphaneye gidip sıkılmışsınızdır diye onlarla sohbet etsek. Keşke Fatma ablanın, Şenol abinin doğum günlerini bütün fakülte hep beraber şenlik havasında kutlayabilsek…

İletişim demek, işe başladığımızda yöneticilerimizle veya çalışanlarımızla anlaşabilmek için kullanacağımız bir araç değil sadece. Sabah asansörde karşılaştığımız çocuklu aileye günaydın diyelim, çocuğa göz atıp istemsiz gülmesini sağlayalım. Her gün uğradığımız pastanecimizin ismini öğrenip, evden dönerken annemizin yaptığı kurabiyelerden, poğaçalardan birini ona götürelim. ‘’Bugün de sen benim annemin yaptığı kurabiyeyi ye, seninkinden güzel olmasın çok güzeldir Erol abi’’ diyelim. Mahallede oynayan, top koşturan küçüklerin isimlerini öğrenip ‘’ Naber Arif, oğlum öyle vurulur mu o topa? ‘’ diyelim…


Telefonlarımızdan başımızı kaldırıp çevremizdeki insanlarla ilgilenmeye başlayalım. Hayatımızın çok daha güzel olacağına eminim. Hepinizi seviyorum.

*İTÜ Endüstri Mühendisliği Kulübü Optimum dergisi için yazılmıştır.