Siyah dalgaların rüzgarın şiddetini bahane edip, dövercesine
kayalara çarpmasını izliyorum. Sanki bana ulaşmaya çalışıyorlar. Hava kapalı,
etrafta kimseler yok. Kumsal, yazın yorgunluğunu atmak istiyor sanki.
İstenmediğimi anlıyorum; ama yine de burada sinir bozucu bir şekilde durmaya
devam ediyorum. Sırf onlara inat duruyorum. Sanki gidersem pes edecekmişim gibi
geldi. İçimden bu saçma düşünceler geçerken yağmur yağmaya başladı. Sanki kavgaya
adam çağırır gibi arkadaşlarını çağırdılar. Gitmeyeceğim işte. Acayip sinir
oldum. Yağmur abartısız bir saat yağmıştır. Sırılsıklamım; ama bir zafer
kazanmış kadar mutluyum. Yenilmedim sana. Deniz duruldu, rüzgar duruldu, hava
kapalı hala. İyi oldu size, kiminle baş ettiğinizi bilmiyorsunuz. Bu son
cümleyi denize karşı bağırarak söyledim. Şimdi gidebilirim işte.
Otelime geldiğimde görevliler şok oldular ve neden
gelmediğimi sordular. Hadi anlat kumsalgile sinir olduğum için gelmedim diye.
Islanmayı seviyorum dedim. Resepsiyonda duran Kırşehirli Ahmet’in normalde
mutfakta çalışan; ama iş olmadığı için lobide çay çekirdek keyfi yapan aşçıya
ve Ertan’a attığı bakışı anladım. Benim sorunlu olduğumu düşünüyorlar. Sanki
kendileri çok normal. Bütün sonbahar-kış sezonu boyunca ortalama günde iki
müşteri için sabahtan akşama kadar lobide oturuyorlar. Neyse, yargılamak en
doğal hakları, kullansınlar bakalım. Odaya geçip sıcacık duşa giriyorum.
Hapşurmaya çoktan başladım bile, burnumun akması da cabası. Buz gibi banyonun
fayanslarına değen sıcak suyun çıkardığı buharları hep çok sevmişimdir. Banyoyu
iyice ısıttıktan sonra odaya geçmeden o sıcaklıkta üstümü giyiniyorum. Saçımı
küçücük aynaya bakarak yalandan bir şekil verip kurutuyorum. Oda, yataktaki
temiz; ama eski battaniye, duvara monte edilmiş, kumandasına bassan da
açılmayan televizyon, odayı daraltan masa ve sandalye… Gördükçe içim sıkılıyor.
Aşağıya, bu küçük sahile kısılıp kalmış küçük dünyalarıyla yaşayıp giden
insanların yanına iniyorum.
-
- Selamün aleyküm.
-
- ( Hep bir ağızdan) Aleyküm selam.
Ahmet ıslandığımı bildiği için
hemen sobadan sıcak çay koyup getiriyor.
-
- Buyur abi. Şeker şurada.
-
- Sağolasın Ahmet.
Dönüp eski Bizimkiler dizisini
nereden buldularsa izlemeye devam ediyorlar. Cemil’i özlemişim ben de
gerçekten. Bekliyorum sormaları nereden geldin, ne iş yapıyorsun demelerini.
Neden? Çünkü ben daha aydın, daha kültürlü, daha çok okumuş bir insanım. Bu
yüzden beklediğimi anlayıp ben muhabbet açmaya çalışıyorum.
-
- Ya beyler bahara kadar sıkılmıyor musunuz
burada?
- Ertan: Sıkılıyoruz abi
sıkılmasına da naparsın, ekmek parası işte. Fazla para harcamıyoruz zaten, az kazansak
da biriktiriyoruz olanı.
- -
Hocam senin ismin neydi?
-
- İsmim Özgür, aşçılık yapıyorum ben de.
-
- Biliyorum aşçı olduğunu da ismini bilmiyordum.
Ben de Mahir, memnun oldum. Yemeklerin çok güzel, eline sağlık, aşçılık okuluna
falan mı gittin?
-
- Yok beyim,
kendimiz öğrendik gençken. Sonra otellerde çalışmaya başladık işte.
-
- Ne güzel.
Zorla bir gülümsemeden sonra herkes diziyi izlemeye döndü.
Ben sobadan tekrar çay koymak için doğruldum. Ahmet kalkmaya yeltense de elimle
oturmasını söyledim.
Odaya çıkıp not defterimimi ve kalemimi aldım. Elimdekileri
görünce biraz garipseler de bir şey demediler.
7 Ekim 2016,
Cuma, Saat 18:30.
Ben Mahir, yaşadığı hayattan sıkılıp ismini vermek
istemediğim, ismini paylaşarak esrarengizliğini bozmak istemediğim Karadeniz’deki
bu sahile geldim. Küçüklükten beri yazdığım onlarca yazıdan birisi bu. Nasıl 20’li
yaşlarda yazdıklarımı şimdi okuyup geçmişe dönme fırsatı elde ediyorsam bu
yazıyı da yine ilerde okurum diye yazıyorum. Daha doğrusu şuan yazmak içimden
geldi. Herhangi bir amacı düşünecek kadar iyi değilim. Bazen diyorum ki sen de
keşke Ahmet gibi, Ertan gibi küçük bir hayata sahip olsaydın da bu lobide
vaktini geçiremeyecek kadar çok düşünmeseydin. Nolurdu ki az düşünseydim biraz
daha. Yaşadığım şehirden kaçtım geldim. İşi gücü bırakıp -izin alıp- geldim.
Sıkıldım, çok şeyden sıkıldım. Hangi birini yazacağım. Yazmakla bitmez, bir de yazarken
aklıma gelip yine sıkılacağım. 30’lu yaşlarımdayım. Yaşlanıyorum tripleri midir
bunlar bilmiyorum. 20’li yaşlarımı çok güzel yaşadım. Heyecanlıydım, güzel
hayaller kuruyordum. Ne var ki son birkaç senedir karamsarım. İş yerlerindeki üstü
örtülü sosyal medya kullanma zorunluluğundan, whatsapp gruplarından sıkıldım.
İş arkadaşlarımın, bir yerlere gelmiş bu insanların bile saçma sapan
hikayelerini izlemekten sıkıldım. Sabahtan akşama kadar evimde oturup
kitaplarımı okumak istiyorum. Bir de yavru bir köpek alırım. Tamamdır işte,
daha ne isterim. Hayatın…
Bunları yazarken sobanın sıcağından olsa gerek
uyuyakalmışım. Ateşim çıkmış, doktor çağırmışlar. Seslere uyanıp anladım neler
olduğunu. Kendimi hiç iyi hissetmiyordum zaten. Doktor ilaçları yazıp Ahmet’e
verdi. Ben de odama geçtim. Sağolsun Ertan odaya bir tane daha ısıtıcı getirdi.
Ahmet ilaçlarıyla bir yarım saat sonra geldi.
- - Abi ilaçların burada, üzerinde yazıyor nasıl
içmen gerektiği. Ben sana güzel bir hasta çorbası yaptırıyorum şimdi. Geçmiş
olsun. İki güne kalmaz iyileşirsin inşallah. Bir isteğin olursa telefonla
ararsın.
- -
Sağolasın Ahmet, seni de yorduk kusura bakma. İlaçların
ücretini hesabıma eklersin.
- -
Yok abi olur mu öyle şey, ne olacak. İyileşmene
bak sen, hadi geçmiş olsun, çorbayı Ertan’la yollatırım buraya.
- -
Sağolasın Ahmet.
Küçük dünyaları olan, ilk başta soğuk duran bu insanlardan
gördüğüm yakınlık beni gerçekten şaşırttı ve duygusallaştırdı. Daha yeni içimi
daraltan oda iki ısıtıcının da etkisiyle sanki tatlı bir yer oldu gibi. Kendimi
hiç olmadığım kadar mutlu hissediyorum. Hasta olmama rağmen içim hiç olmadığım
kadar huzurlu. İlaçları alan Ahmet’e, hasta çorbası yapan Özgür’e, az sonra
çorbamı getirecek Ertan’a kendimi o kadar yakın hissediyorum ki.
Çorbayla gelen Ertan’a televizyonu açtırıyorum.
- -
Sağolasın Ertan, hepinize zahmet oldu.
- -
Estağfurullah abi, geçmiş olsun. Bir isteğin
olursa ararsın aşağıyı.
Televizyonu biraz kurcaladıktan sonra Adile Naşit ve Münir
Özkul’un oynadığı çok güldüğüm sirke-limon tartışması olan filmi buluyorum.
Keyfime diyecek yok. Çorba da o kadar güzel olmuş ki. Bu çorba beni gerçekten
ayağa kaldırır.
İki gün içinde iyileşmiş bir şekilde aşağıya iniyorum.
Sonbaharda ağaçların yaptığı gibi bana ağır gelen yapraklarımı bir umut dökerim
diye geldiğim bu otelden mutlu ve güzel dostluklar kurmuş bir şekilde bir saat
sonra ayrılacağım.
Lobiye indiğimde televizyon yine açık olmasına rağmen herkes
ayaklanıyor.
- -
Gidiyor musun abi, kalsaydın daha?
- -
Beyim biraz daha toparlasaydın kendini, yolda
yorulup yine kötü olma.
- -
Sağolun beyler, gideyim artık, iznim bitiyor,
iki gün sonra iş başı yapacağız. Hepinizden Allah razı olsun. Gelin az
oturalım, daha gitmeyeceğim. Sizinle az laflayalım. Çayımız yok mu Ahmet?
- - Olmaz mı abi.
Çaylarımızı doldurup güzelce sohbet ediyoruz. Sanki
hastalığım, sadece benim onlarla olan ilişkimi değil; herkesi birbirine
yakınlaştırmış gibi. Çok garip.
Kalkmaya yakın hasta olmadan önce yazdığım yazıyı onlara
okuyorum. Daha iki gün önce neredeyse iki senedir yaşadığım karamsarlık
halimden bahsediyorum. Hepsi dikkatli dikkatli beni dinliyor. İki gündür hiç
tanımadığım insanlardan gördüğüm bu ilgi beni kendime getirmeye yetti. Bunu da
açık açık onlara söylediğimde yüzlerindeki o gülümsemeyi ve tevazularını hiç
unutmayacağım. Üçüyle de candan sarılıp vedalaşıyoruz.
-
- Yine bekleriz Mahir abi, yolun açık olsun.
-
- Görüşürüz beyler, yine geleceğim ilk fırsatta,
Allah’a emanet olun.
Dönüş yolunda arabada keyifli bir radyo programı açıp
dinliyorum. Aslında dinlemekten çok düşünüyorum. Nasıl oldu? Ben nerede eksik
yapıyordum iki yıldır? Ne oldu da şimdi iyiyim? Çok saçma geliyor bir yandan,
bir yandan da kocaman şehirde sanki kendimi kapana kısılmış gibi hissettiğimi
fark ettim. Böyle bir tatili çok daha önceden de yapabilirdim. Yarım saat
düşüncelerden düşüncelere geçtikten sonra bir karar veriyorum. İstanbul’a
dönünce ben de hiç tanımadığım insanlara, vakıf olabilir, dernek olabilir, yardıma
ihtiyacı olan insanlara yardım edeceğim. Onların hayatlarının bir parçası olup
yüzlerini gülümseteceğim. Bu tatili, bu tecrübeyi hiç unutmayacağım. Şimdiden
yüzlerini bile görmediğim insanların yüzlerindeki gülümsemeyi görüp mutlu
oluyorum. Çok şükür. Daha önceden de çok tecrübe etmeme rağmen yine kandım. Hiç
bitmeyecek zannettim. Bu geçirdiğim zor yıllar da demek ki böyle güzel bir
olaya ve bundan sonra yaşayacağım ve yaşatacağım mutlu günlere gebeymiş. Siyah
dalgalar, kumsal, yağmur, rüzgar hepinize çok teşekkür ederim. Sonbahar sana da
teşekkür ederim. Ben yapraklarımı döktüm bile. Üzülürdüm hep yapraklarını
döküyorsun diye. Gerçekten rahatlatıyormuş insanı. Sıra sende, kolay gelsin.