Gece, anne şefkatiyle köyün üzerini örtmüş, bu masum ve
fakir insanların rahat bir uyku çekmelerini nemli gözlerle izliyordu. Üç
arkadaş kerpiç evin taştan yüksek girişinde oturmuşlar, ayaklarını sarkıtıp
keyiflice sohbet ediyorlardı. Ay ve yıldızlar o kadar net belli oluyordu ki
sanki ayın üstündeki siyahlı girinti çıkıntıları bile fark ediyorlardı.
Ellerinde, bakır bardakta içtikleri keçi sütü,
büyüklerden birinin uyanıp da onlara ''Yatın artık.'' demeleri tek kaygıları…
Sessiz sessiz konuşmaları ise gecenin tek tesellisi, tek arkadaşı, tek avuntusu… Sadece gece değil, damın üstünde küçük bir
serçe de annesinden gizlice kaçıp gelmiş, onları izliyordu. Hava çok güzeldi ve
bu saatlerde uçmaya bayılıyordu. Karşıda yıllar önce üst üste dizilmiş ve şu an
kimsenin nedenini bilmediği bu taş duvarların arasında bir kertenkeleyle göz
göze gelip birbirlerine gülümsediler. Çocuklar bu iki davetsiz misafirden
habersiz sohbet ediyorlardı. Uzaklardan gelen köpek havlamalarını işittiler.
Hep gecenin bu saatleri uzun uzun havlıyorlardı nedense. O anda, büyük amcalarının köpeği önlerinden o
kadar hızlı geçti ki üçü de içeriye bir anda nasıl kaçtıklarına şaşırdılar.
Akbaş, uzun süredir beklediği dövüşe doğru koşuyordu.
Kendini bildi bileli bu üç çocuğu çok severdi. İkisi, onu her gördüğünde yemek verir,
biri de onu görür görmez sevmeye başlar, başına ve sırtına uzun uzun masaj
yapardı. İki yıldır güçlenmek için sürekli yemek yiyor ve arka
mahalledeki yaşlılarla ve yaşıtlarıyla antrenman yapıyordu. Gelecekte, köyün
davarını korumak için giden koca, heybetli, dövüşçü köpeklerin lideri olacağını
bilmeden kavgaya doğru koşuyordu. Dövüşeceği köpek Korur, dört yıldır sürünün
liderliğini yapıyordu. Onlarca dövüşe girmiş, hatta bir kere kurtlar açlıktan
gözü dönmüş bir şekilde sürüye saldırdıklarında kurtlarla çarpışmış, en yakın
arkadaşı Coz’u orada kaybetmiş; ama bütün kurtları boğmuşlardı. O günden sonra, bir daha hiçbir zaman eskisi gibi neşeli gören olmamıştı onu. Coz’u hala çok
özlüyordu. Onun gibi mert bir çoban köpeği daha görmemişti.
Uzaklardan üstüne çılgın gibi koşan Akbaş’ı görünce neden
geldiğini anladı. Uzun süredir sürüyü izlediğini ve kendisini süzdüğünü
biliyordu. Beni yaşlanmış, kendisinin de güçlenmiş olduğunu düşünüyordu. Bir an
kendi gençliği gözünün önüne geldi. Altıncı hisleri onun sürüye girmek için
değil de sürü liderliğini istediğini söylüyordu. Eğer sürüye katılmak isterse,
sürüdeki köpeklerden biriyle dövüşmek isteyip yeteneklerini kanıtlayabilirse
sürüye alınabilirdi; ama direk üstüne doğru atılırsa bu liderliği istediğini apaçık
gösterirdi.
Akbaş, tam Korur’un tahmin ettiği gibi direk Korur’un üstüne
doğru koştu ve önünde durdu. Hırlayarak onunla dövüşmek istediğini belirtti.
Diğer köpekler yana çekilmiş, uzun süredir liderlik dövüşü görmedikleri için
heyecanla olacakları bekliyorlardı. Gerçi Korur’un yeneceklerini biliyorlardı;
ama bu yine de görülmeye değer bir sahneydi. Akbaş büyük bir istekle Korur’un üstüne
atıldı; ama Korur onu kolayca defetti. Korur ya onunla dalga geçiyor ya da
yaralamak istemiyordu. Hangisi olursa olsun, bu yaşlı köpeğin kendisiyle dalga
geçmesine Akbaş çok sinirlendi ve bir daha üstüne atıldı. Korur ikinci hamleyi
affetmedi ve onu sırtından güçlüce ısırdı. Akbaş, hayatında ilk defa bu kadar
büyük bir yara almıştı. Sırtından akan kanları toprağın üstünde görüyor ve sırtında
bir sıcaklık hissediyordu. Diğer köpekler liderlerine olan bağlılıkları ve
hayranlıkları artmış bir şekilde mutlulardı. Akbaş’a gülen gözlerle
bakıyorlardı. Akbaş, sürüye katılmak değil de liderle dövüşmek istediğini
belirttiği için bu dövüşün ya geri çekilip bir daha asla sürüye girememesiyle
ya da birinin ölmesiyle sonuçlanması gerekiyordu. Aylardır hayalinde yüzlerce
kez gördüğü bu dövüş sahnesini ve
yaptıklarını hatırlayıp gücünü bir kez daha topladı ve Korur’a doğru koşmaya
başladı.
Korur, normalde Akbaş’ın gitmesine izin verecekti. Öldürmek
gibi bir niyeti yoktu. Sırtına açtığı yaradan akıllanır diye umduğu bu gencin
üstüne tekrar koştuğunu görünce sinirlenip kendini tutamadı ve bütün gücüyle o
da koşmaya başladı. İki köpek alt alta boğuşmaya başladılar.
Vitr namazını kılmış, seccadesini toplayan Ahmet Efendi, bir
yandan dua ediyor, bir yandan da dışarıya çıkıp bu güzel gecede biraz hava
almak istiyordu. Yalnızlık en çok geceleri bastırıyordu. Beş yıldır bu köyün
imamlığını yapıyordu. Köylü onu çok sever, yıllardır evlendirmeye çalışırdı. Ahmet
Efendi ise görücü usulü değil, gerçekten aşık olarak evlenmek istiyordu. O
kişinin gelmesini bekliyordu. Ne kadar uzun sürerse sürsün bekleyecekti; ama
işte geceleri yok mu geceleri... Geceleri, yalnızlık ayrı bir göğsünü ağrıtıyor,
derin derin iç çekmesine neden oluyordu. Bazı günler kendi kendine ‘’Aman evlen
de kurtul.’’ dediği bile oluyordu. Evi, köyün dışında, caminin dibindeydi.
Evini seviyordu. Köylüyle hep beraber yapmışlardı. İnsanlardan uzak kalmayı
seviyor, kendini daha rahat hissediyordu. Geceleri ara sıra minareye çıkar,
köyü izlerdi. O durgun sessizlik o kadar hoşuna giderdi ki; ama aklına bazen yaptığını
biri görse, ‘’ Hoca Efendi, orada ne yapıyorsun gece gece?’’ dese ne cevap
veririm ki diye gelir ve gülümserdi. Evinin uzakta olmasının tek kötü özelliği, geceleri köyün köpekleri yakındaki tepeye gelir, ya dövüşür ya da havlarlardı uzun uzun. Pencereden
üstüme kalın mı ince mi bir şey alsam diye bakacağı sıra dövüşen köpekleri
gördü ve bağırmaya başladı.
Ahmet Efendi’nin bağrışları Korur’u kendine getirmiş ve Akbaş’ın
ısırdığı derisini bırakmıştı. Akbaş’ı
öldürmek istemiyordu; ama pes etmemesi yüzünden çok zarar vermek zorunda
kalmıştı. Onda, kendi gençliğini ve en yakın arkadaşı Coz’un yeteneklerini görmüştü.
Onun kendisine saldırıp liderliği istemese, sürü için iyi bir köpek
olabileceğini biliyordu. Keşke, dedi. Keşke gençliğinin verdiği toylukla böyle
yapmasaydı… Onu yanına alıp yetiştirebilirdi bile. Bu yolu seçmiş olsa kendisi
yaşlandığında sürüye liderlik yapabilecek güce ve tecrübeye de ulaşmış olurdu.
Adil bir dövüş sonucu lider olabilirdi bile, kim bilir... Keşke yaşasa; ama bu
yaralarla sabaha çıkması bile çok zordu.
Ona yardım etmek istedi; ama yapamazdı. Sürüde sorgulanırdı. Bu, bir
lidere yakışacak bir davranış olmazdı. İstemeye istemeye uzaklara doğru koşmaya
başladı. Diğer köpekler de güçlü liderlerinin peşinden, ilerde onun gibi bir
köpek olma hayaliyle koştular.
Ahmet Efendi diğer köpeklerin gittiğini, sadece bir köpeğin
yerde kanlar içinde yattığını görünce içi sızladı. Üstüne bir şey almadan koşa
koşa Akbaş’ın yanına gitti. Köpeğin çok fazla yara aldığını, her yerin
kanadığını görünce, üstünün başının batacağını bir saniye bile düşünmeden onu kucağına
aldı ve evine kadar taşıdı. Aklına ne yalnızlığı ne de gecenin güzelliği
geliyordu. Sadece acı içindeki bu köpeğin yaşamasını istiyordu. Gözlerinden
ufak bir yaş süzüldü ve geceye doğru aktı.