26 Şubat 2017 Pazar

1

Gece, anne şefkatiyle köyün üzerini örtmüş, bu masum ve fakir insanların rahat bir uyku çekmelerini nemli gözlerle izliyordu. Üç arkadaş kerpiç evin taştan yüksek girişinde oturmuşlar, ayaklarını sarkıtıp keyiflice sohbet ediyorlardı. Ay ve yıldızlar o kadar net belli oluyordu ki sanki ayın üstündeki siyahlı girinti çıkıntıları bile fark ediyorlardı. Ellerinde, bakır bardakta içtikleri keçi sütü,  büyüklerden birinin uyanıp da onlara ''Yatın artık.'' demeleri tek kaygıları… Sessiz sessiz konuşmaları ise gecenin tek tesellisi, tek arkadaşı, tek avuntusu…  Sadece gece değil, damın üstünde küçük bir serçe de annesinden gizlice kaçıp gelmiş, onları izliyordu. Hava çok güzeldi ve bu saatlerde uçmaya bayılıyordu. Karşıda yıllar önce üst üste dizilmiş ve şu an kimsenin nedenini bilmediği bu taş duvarların arasında bir kertenkeleyle göz göze gelip birbirlerine gülümsediler. Çocuklar bu iki davetsiz misafirden habersiz sohbet ediyorlardı. Uzaklardan gelen köpek havlamalarını işittiler. Hep gecenin bu saatleri uzun uzun havlıyorlardı nedense.  O anda, büyük amcalarının köpeği önlerinden o kadar hızlı geçti ki üçü de içeriye bir anda nasıl kaçtıklarına şaşırdılar.

Akbaş, uzun süredir beklediği dövüşe doğru koşuyordu. Kendini bildi bileli bu üç çocuğu çok severdi. İkisi, onu her gördüğünde yemek verir, biri de onu görür görmez sevmeye başlar, başına ve sırtına uzun uzun masaj yapardı. İki yıldır güçlenmek için sürekli yemek yiyor ve arka mahalledeki yaşlılarla ve yaşıtlarıyla antrenman yapıyordu. Gelecekte, köyün davarını korumak için giden koca, heybetli, dövüşçü köpeklerin lideri olacağını bilmeden kavgaya doğru koşuyordu. Dövüşeceği köpek Korur, dört yıldır sürünün liderliğini yapıyordu. Onlarca dövüşe girmiş, hatta bir kere kurtlar açlıktan gözü dönmüş bir şekilde sürüye saldırdıklarında kurtlarla çarpışmış, en yakın arkadaşı Coz’u orada kaybetmiş; ama bütün kurtları boğmuşlardı. O günden sonra, bir daha hiçbir zaman eskisi gibi neşeli gören olmamıştı onu. Coz’u hala çok özlüyordu. Onun gibi mert bir çoban köpeği daha görmemişti.

Uzaklardan üstüne çılgın gibi koşan Akbaş’ı görünce neden geldiğini anladı. Uzun süredir sürüyü izlediğini ve kendisini süzdüğünü biliyordu. Beni yaşlanmış, kendisinin de güçlenmiş olduğunu düşünüyordu. Bir an kendi gençliği gözünün önüne geldi. Altıncı hisleri onun sürüye girmek için değil de sürü liderliğini istediğini söylüyordu. Eğer sürüye katılmak isterse, sürüdeki köpeklerden biriyle dövüşmek isteyip yeteneklerini kanıtlayabilirse sürüye alınabilirdi; ama direk üstüne doğru atılırsa bu liderliği istediğini apaçık gösterirdi.

Akbaş, tam Korur’un tahmin ettiği gibi direk Korur’un üstüne doğru koştu ve önünde durdu. Hırlayarak onunla dövüşmek istediğini belirtti. Diğer köpekler yana çekilmiş, uzun süredir liderlik dövüşü görmedikleri için heyecanla olacakları bekliyorlardı. Gerçi Korur’un yeneceklerini biliyorlardı; ama bu yine de görülmeye değer bir sahneydi.  Akbaş büyük bir istekle Korur’un üstüne atıldı; ama Korur onu kolayca defetti. Korur ya onunla dalga geçiyor ya da yaralamak istemiyordu. Hangisi olursa olsun, bu yaşlı köpeğin kendisiyle dalga geçmesine Akbaş çok sinirlendi ve bir daha üstüne atıldı. Korur ikinci hamleyi affetmedi ve onu sırtından güçlüce ısırdı. Akbaş, hayatında ilk defa bu kadar büyük bir yara almıştı. Sırtından akan kanları toprağın üstünde görüyor ve sırtında bir sıcaklık hissediyordu. Diğer köpekler liderlerine olan bağlılıkları ve hayranlıkları artmış bir şekilde mutlulardı. Akbaş’a gülen gözlerle bakıyorlardı. Akbaş, sürüye katılmak değil de liderle dövüşmek istediğini belirttiği için bu dövüşün ya geri çekilip bir daha asla sürüye girememesiyle ya da birinin ölmesiyle sonuçlanması gerekiyordu. Aylardır hayalinde yüzlerce kez gördüğü  bu dövüş sahnesini ve yaptıklarını hatırlayıp gücünü bir kez daha topladı ve Korur’a doğru koşmaya başladı.

Korur, normalde Akbaş’ın gitmesine izin verecekti. Öldürmek gibi bir niyeti yoktu. Sırtına açtığı yaradan akıllanır diye umduğu bu gencin üstüne tekrar koştuğunu görünce sinirlenip kendini tutamadı ve bütün gücüyle o da koşmaya başladı. İki köpek alt alta boğuşmaya başladılar.

Vitr namazını kılmış, seccadesini toplayan Ahmet Efendi, bir yandan dua ediyor, bir yandan da dışarıya çıkıp bu güzel gecede biraz hava almak istiyordu. Yalnızlık en çok geceleri bastırıyordu. Beş yıldır bu köyün imamlığını yapıyordu. Köylü onu çok sever, yıllardır evlendirmeye çalışırdı. Ahmet Efendi ise görücü usulü değil, gerçekten aşık olarak evlenmek istiyordu. O kişinin gelmesini bekliyordu. Ne kadar uzun sürerse sürsün bekleyecekti; ama işte geceleri yok mu geceleri... Geceleri, yalnızlık ayrı bir göğsünü ağrıtıyor, derin derin iç çekmesine neden oluyordu. Bazı günler kendi kendine ‘’Aman evlen de kurtul.’’ dediği bile oluyordu. Evi, köyün dışında, caminin dibindeydi. Evini seviyordu. Köylüyle hep beraber yapmışlardı. İnsanlardan uzak kalmayı seviyor, kendini daha rahat hissediyordu. Geceleri ara sıra minareye çıkar, köyü izlerdi. O durgun sessizlik o kadar hoşuna giderdi ki; ama aklına bazen yaptığını biri görse, ‘’ Hoca Efendi, orada ne yapıyorsun gece gece?’’ dese ne cevap veririm ki diye gelir ve gülümserdi. Evinin uzakta olmasının tek kötü özelliği, geceleri köyün köpekleri yakındaki tepeye gelir, ya dövüşür ya da havlarlardı uzun uzun. Pencereden üstüme kalın mı ince mi bir şey alsam diye bakacağı sıra dövüşen köpekleri gördü ve bağırmaya başladı.

Ahmet Efendi’nin bağrışları Korur’u kendine getirmiş ve Akbaş’ın ısırdığı derisini bırakmıştı. Akbaş’ı  öldürmek istemiyordu; ama pes etmemesi yüzünden çok zarar vermek zorunda kalmıştı. Onda, kendi gençliğini ve en yakın arkadaşı Coz’un yeteneklerini görmüştü. Onun kendisine saldırıp liderliği istemese, sürü için iyi bir köpek olabileceğini biliyordu. Keşke, dedi. Keşke gençliğinin verdiği toylukla böyle yapmasaydı… Onu yanına alıp yetiştirebilirdi bile. Bu yolu seçmiş olsa kendisi yaşlandığında sürüye liderlik yapabilecek güce ve tecrübeye de ulaşmış olurdu. Adil bir dövüş sonucu lider olabilirdi bile, kim bilir... Keşke yaşasa; ama bu yaralarla sabaha çıkması bile çok zordu.  Ona yardım etmek istedi; ama yapamazdı. Sürüde sorgulanırdı. Bu, bir lidere yakışacak bir davranış olmazdı. İstemeye istemeye uzaklara doğru koşmaya başladı. Diğer köpekler de güçlü liderlerinin peşinden, ilerde onun gibi bir köpek olma hayaliyle koştular.


Ahmet Efendi diğer köpeklerin gittiğini, sadece bir köpeğin yerde kanlar içinde yattığını görünce içi sızladı. Üstüne bir şey almadan koşa koşa Akbaş’ın yanına gitti. Köpeğin çok fazla yara aldığını, her yerin kanadığını görünce, üstünün başının batacağını bir saniye bile düşünmeden onu kucağına aldı ve evine kadar taşıdı. Aklına ne yalnızlığı ne de gecenin güzelliği geliyordu. Sadece acı içindeki bu köpeğin yaşamasını istiyordu. Gözlerinden ufak bir yaş süzüldü ve geceye doğru aktı.